Popüler Yayınlar

25 Eylül 2016 Pazar

Aslan,Kurt ve Tilki...

Aslan,Kurt ve Tilki...
Bir gün, Aslan, Kurt ve Tilki avlanmak için dağa çıkarlar. Avlanırken geniş arazide daha çok av yakalamak için birbirlerine yardım etmek için aralarında sözleşirler. 
Aslan'ın Kurt ve Tilki ile arkadaşlık yapmak zoruna gitse de, yoldaşlığını ikram ve lütuf olarak görür. 
İşleri rast gider. Bir Yaban Öküz'ü, bir Dağ Keçisi, bir de Tavşan avlarlar. Avlarını kanlar içerisinde sürükleyerek ağaçlık bir su başına getirirler. İyice yorulmuşlar ve acıkmışlardır. Özellikle Kurt'la Tilki'nin, ağzının suyu akmaya başlar, paylarını bir an önce almanın hırsı içerisindedirler. 
Ormanlar Padişahı'nın, bu avları adaletle paylaştırmasını beklerler. 
Aslan, Kurt'la Tilki'nin açgözlülüklerini fark eder fakat sesini çıkarmaz. Yüzlerine gülerken, kendi kendine, ”Dağıtacağım paya, adaletime güvenmeyene ben ne yapacağımı bilirim” diye düşünür. 
Aslan, ”Ey tecrübeli ve ihtiyar Kurt, avladığımız hayvanları aramızda adaletli bir şekilde paylaştır. İyi bir adalet ortaya koy, vekilim sensin.” 
Kurt, ”Padişahım! Sizin büyüklüğünüze, iri ve büyük olan bu Yaban Öküz'ü yakışır. Çevikliğinize ve semizliğinize uygun düşer. Keçi, orta boyda ve irilikte, o da bana uygun düşer. En küçüğümüz Tilki olduğuna göre, avımızın en küçük parçası olan Tavşan da onun hakkıdır” der. 
Aslan bu paylaştırma karşısında kızıp kükrer, ”Ey Kurt! Nasıl paylaştırdığını pek anlayamadım. Ey kendini bilmez Eşek! Yaklaş ve karşıma geç de bir daha söyle” der. Yanına yaklaşınca bir pençe vurarak Kurt'u parçalar. 
Aslan, Tilki'ye: ”Ey Tilki! Şimdi bu avları adaletli bir şekilde sen paylaştır bakalım. 
Tilki önce Aslan'ın önünde saygıyla eğilir, yer öper sonra, 
”Bu semiz Yaban Öküzü, efendimizin kuşluk yemeğidir, güne bunu yiyerek başlarsınız. Şu keçi de aziz padişahımıza, öğle yemeği için güzel bir yahni olur. Lütuf ve kerem sahibi Sultanımız'ın akşam yemeğindeki çerezi de Tavşan olsun” der. 
Aslan, ”Ey Tilki, adaletin ışığını sen yaktın. Tam hakça paylaştırdın. Söyle bakalım, bu taksimi kimden öğrendin?” 
Tilki kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kurnazca gülerek, ”Kurt'un başına gelenlerden efendim, Kurt'un başına gelenlerden” der. 
Aslan, ”Alçak Kurt'un başına gelenlerden ibret alıp hikmetle davrandığın için, bütün avları sana bağışlıyorum” diyerek Tilki'yi ödüllendirir. 
Paylaştırma işi önce kendisine verilmiş olsaydı, Kurt'un akıbetine uğrayacak olan Tilki, avların taksimini kurttan sonra yapmış olmaktan dolayı yüzlerce kere şükreder. 

Sedef Çiçeği

Sedef Çiçeği


Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bitkin bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:
– Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?
– Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.
– Bu herifin ettiği, yetti gayri. Elli yıldır bezdirdi hayattan… Boşanmak istiyorum…
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda… Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı birlikte yaşanmış elli yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı… Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
– Bizim bir sedef çiçeğimiz vardı çok sevdiğim… O bilmez… Elli yıl önceydi.. O çiçeği, bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye… İyi gelirmiş, derlerdi. Elli yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar… O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım… İşte ben, böyle bir adamla elli yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey görmedim. Bir kerecik olsun kalkıp onun sulamasını bekledim çiçeğimi… Ama olmadı. Onsuz daha iyiyim yemin ederim.
Hâkim yaşlı adama dönerek:
– Diyeceğin bir şey var mı baba? Dedi.


Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu:
– Askerliğimi reis-i cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin görkemli görünümüyle bü-yümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de… Ona en güzel çiçeklerden bu-ketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, bo-yun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim, çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun… Benim sözümü de… O günlerde de tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona, “Gece çiçek sularsan, bu çiçek tekrar canlanırmış” dedim. Adak dilettim… Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki… Her gece o yattıktan sonra kalktım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey… Geçen gece de… Yaşlılık… Ben de uyanamadım. Uyandıramadım… Çiçek susuz kalırdı, ama kadınımın boyun ağrısı yine azabilirdi. Suçlandım… Sesimi çıkartamadım… Karar sizin hakim bey.
O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu…

Mehmet, Mary, Nancy...


Mehmet, Mary, Nancy...



Soru, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinin İşletme Matematiği kitabından gerçek bir alıntıdır. Hiç dokunulmadan ve yorumsuz şekliyle verilmiştir: 

Kitap Adı: İşletme Matematiği 

Yazar: Prof. Dr. Müh. Yılmaz Tulunay 


Sayfa: 173 Soru : 

Amerika'ya lisansüstü çalışmalar yapmak üzere giden Mehmet, iki kız arkadaş edinmiştir. Bunlar Mary ve Nancy'dir. Mehmet'e göre; 


a-) Mary olgun bir kızdır ve klasiklerden zevk almaktadır. Böyle bir yerde onunla 3 saat birlikte olmak 12 dolara mal olmaktadır. Diğer taraftan Nancy daha çok popüler eğlenceleri yeğlemektedir. Onunla böyle bir yerde 3 saat birlikte olmanın maliyeti de 8 dolardır. 


b-) Mehmet'in bütçesi gönül işlerine ancak ayda 48 dolar ayırmasına olanak vermektedir. 
Ayrıca, derslerinin ve çalışma koşullarının ağır oluşundan dolayı, kız arkadaslarına en fazla ayda 18 saatlik süre ve 40.000 kalorilik enerji ayırabilmektedir. 


c-) Mary ile her buluşmasında 5.000 kalori enerji harcayan Mehmet, Nancy için bunun iki katını harcamaktadır. Eğer Mehmet'in Mary ile buluşmaktan beklediği mutluluğu 6 birim ve Nancy ile buluşmaktan beklediği mutluluğun da 5 birim olduğunu biliyorsak, mutluluğunu maksimize etmek isteyen Mehmet'in sosyal yaşamını nasıl planlaması gerekecektir? 


Grafik ve cebirsel yoldan bulunuz. 


BİR ÖĞRENCİNİN CEVABI '' VE BENİM KOPTUĞUM AN;)) '' ; 


Sayın Hocam, Bu Mehmet şerefsizi buradan Amerika'ya lisans üstü çalışma yapmaya gitti de herifin s...nin derdi bize mi düştü? Biz burada tahsili bırakıp karıya, kıza dalsak bizi de böyle ballandıra ballandıra kitaplara yazar mısın? Neyse geçelim sorduğunuz sorunun cevabına; 


a-) Bi kere bu Mehmet ibnesinde iki hatuna ayrı ayrı zaman harcayacak g.. de, para da yok, sıkarrrr. Ayrıca dünya piyasalarında saati 100 dolardan açılıp minimum 50 dolara kadar düşen tarifeler göz önüne alındığında, 3 saati 12 dolarlık ya da 3 saati 8 dolarlık karılardan hayır gelmez. Muhtemelen Mary 68, Nancy 79 yaşındadır ve ikisinin de bu güne kadar yattıklarının haddi hesabı yoktur. Bu durumda Mehmet'in hem vakit darlığı, hem kadınların hali, hem de para yokluğu sebepleriyle bu iki orospuyla grup sexi yapması gerekir. 


b) Mehmet'in bütçesi (bu gönül işi tabirini ben anlamadım) sevişmek için ayda 48 dolara yetiyorsa zaten bu o.....çocugunun masturbasyon yapması daha uygun olur. Böylelikle iki ay para biriktirip bu çuvalların yerine doğru dürüst bir karıya zıplar ve ayırdığı 40.000 kaloriyi hakkıyla harcar. 

Ama siz bu cevabı kabul etmeyeceğiniz için şöyle cevap verelim; Mehmet'in bütçesi 48 dolara yettiği için ancak grup sex yapılacağından pazarlıkla miktar iskontosu alınır ve bütçe rahatlatılır.Böylelikle ayda ayırdığı saati 3 saate bölersek 6 kez yapmış olur ve her sevişmede 40.000/6= 6700 (yaklaşık) kalori harcar. Bu hayvan bir seferde kesintisiz 3 saat zıplayabiliyorsa zaten Amerika'da kalması ve buralara dönmemesi hepimiz için hayırlı olur. 

c-) Mehmet Mary ile her buluşmasında 5.000 kalori harcıyorsa yukarıdaki hesaba göre Nancy'ye sadece 6.700 - 5.000 = 1.700 kalori kalır ki buda Nancy gibi falafoş bir motoru sadece gıdıklar. Bu durumda birinden 6, diğerinden 5 birim zevk alan Mehmet'in mutluluğunu maksimize etmesi için kendisini de birilerine d..dürmesi gerekir. 

Sonuç olarak bu işe alışan Mehmet'in bundan sonraki sosyal yaşantısını kaşarlı bir ibne olarak planlaması gerekir. Bu sayede ayda 48 dolar tasarruf sağladığı gibi üste para da kazanarak bütçeyi de düzeltir. 



Saygılarımı arz ederim.

Suyu Taşırmayan Gül Yaprağı

Suyu Taşırmayan Gül Yaprağı

Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist rahip, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist rahip bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

Hayat akarken bilgeliğe aç insanlara her zaman yer vardır.

Neşet Ertaş : Ah Yalan Dünya




Hep sen mi ağladın sen mi yandın
Bende gülmedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce kutlu mu sandın

Ömrümü boş yere çalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
İrengi gözümde solan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada

Yalandan yüzüme gülen dünyada

Bilirim sevdiğim kusurun yoktur
Sana karşı benim gayetten çoktur
Felek vurdu dolu üstüme vurdu
Yaşlarım gözüme dolan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Ali Ekber Eren : Ankara Adı Kara

Ali Ekber Eren : Ankara Adı Kara Videosu


Uçurum çiçekleri derdim de Munzur eteklerinden. 
Düştüm uçkunlar gibi nevruz alevlerinden. 
Geldim yüzümden bakır çalığı, mahcup acemi 
Geldim lehçesi dağ, şifresi yurtsuz ezgilerle. 
Bu kentte öğrendim dövüşmeyi bilgice 
Kadim dostluğu ve ihaneti 
Sevmeleri ve hapishaneleri bu kentte... 
Ankara alnımın ilk çizgisi, 
Korkarım ıssız kalacak. 


Gökte turna dizim dizim 
Dinmedi yürekte sızım 
Erdal Eren'i asmışlar 
Ağıdını söyler sazım 

Deli sevdalar başında 
Sevdalı yürek döşünde 
Çektiler darağacına 
Daha gencecik yaşında 

Ankara adı kara 
Bu yara başka yara
Onyedi yaşındaydı 
Kıyılır mı Erdal'a? 

Gökyüzünden bize der ki 
Durmasın kavgamın çarkı 
Sen ağlama anacığım 
Çoğalırız türkü türkü 

Başı dimdik yürüyordu 
Ölümüne gülüyordu 
Halkım unutmasın beni 
Mutlak gelirim diyordu 

Zulüm kurbanını seçti 
Bütün Dünya buna şaştı 
İşkencede Hasan Özmen 
Sesi denize ulaştı 

Ben her zaman halkı sevdim 
Bunun için işte öldüm 
İnsanlık utansın buna 
Dağlarıma selam saldım 

Erdal Eren


Erdal Eren'in Biyografisi
Erdal Eren (25 Eylül 1964,Şebinkarahisar, Giresun - 13 Aralık 1980, Ankara),
 


12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen
 


ve asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.
 


Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner,
 


30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.
 


Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı.
 


Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi.
 


Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi.
 


Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziya?et eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a,
 


"Avukatıyla görüştüşülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini,
 


yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini,
 


vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını,
 


kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.
 


İdam kararı ve?ilen Erdal Eren'in 17 olan yaşı bir gün içinde 18 olarak büyütüldü ve sonrasında hemen idam edildi.
 


Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi.
 


Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren,
 


infazı radyodan öğrendiklerini ve E?dal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.
 


Ali Ekber Eren



Ali Ekber Eren'in Biyografisi



1956 yılında türkülerin harmanı olan

Sivas’ın Divriği ilçesinin Sincan nahiyesinde doğdu.


Sanat yaşamına ; bulunduğu yöre türkülerini dinleyerek ,


deyişler, semahlar okuyarak başladı.


İlk ustası babası İbrahim Eren (AĞA DAYI);


86 yıllık yaşamının 60 yılını bağlama yaparak geçiren ve yörenin sayılı ozanlarındandı.


Köyden şehire ilk göçlerinde toplumsal ,siyasal ve sosyal olaylar Ali Ekber Eren’i yerel boyuttan kurtarıp ;


PİR SULTAN ABDAL , MAHSUNİ ŞERİF’ , DAVUT SULARI ve RUHİ SU’ nun etkisinde bırakmıştır.


Bu dört öncü ozanlar ALİ EKBER EREN ‘in sanat yaşamına kılavuz oldu.


Çıraklığı babasının bağlama atölyesinde geçen ALİ EKBER EREN onu dinlemekle ve sanatçı dostlarını tanımakla birlikte bağlamaya olan sevgisi de iyice pekişti.


1980 yılına kadar Bağlama ile türküleri kendine çalıp söyleyen EREN ; “o yıllar benim emekleme dönemimdir”der.


12 eylül 1980 döneminden sonra Demokratik kitle örgütlerinin gecelerine katıldı.


Kendi ürettiği türkülerini halkla beraber okuma zamanının geldiğine inanan EREN 1989 yılında ilk albümü olan DOSTLAR MUHABBETİ ni


Hasret Gültekin ,Abuzer Karakoç ve Hüseyin Aydın ile çıkardı.


Sonraki yıllarda solo albümlerinden; TÜRKÜLERDE BİZ VARIZ , ANLAMADIM BU NE HALDI , DAĞLI YÜREK , EYLEM EYLE , VE BÖYLE KAL albümlerini çıkarmıştır.


Yurt içinde ve yurt dışında yüzlerce etkinliklere katılmıştır.Kendine has sanat tarzıyla bütün kitlelerin beyenisini kazannıştır.


“Sanat bir düşünce ve eylem alanıdır”. Diyen EREN “Bende sisteme : türkülerimle isyanlarımı ve tepkilerimi anlatmaya çalıştım diyor.


Sanat araçtır.amaç olmamalıdır .Türküler sesli düşüncelerimizdir. Kültürel değerleri diri tutan , toplumsal bir rafinedir.


Bir müzik üreticisinin kitlelere vereceği mesaj; yaşadığı çağın işlevini taşımıyorsa o kişi müzik üreticisi değildir.


Türkü dinleyenler kadar türkü söyleyenleride çoğaltalımki korkular yok olsun ve demokrasi çabuk gelsin.


Sanatçı yaşadığı çağı sorgulayandır. cağa tanık olandır.


Şair derki “ KORKAK İNSANLARIN YİĞİT TÜRKÜLERİ OLMAZ., YİĞİT TÜRKÜLERİ DE KORKAK İNSANLAR SÖYLEYEMEZ.


Evli ve iki çocuk babası olan EREN “hep böyle kalın,onurlu kalın “diyor..

Neşet Ertaş

Neşet Ertaş'ın Biyografisi

1938 yılında Kırşehir'in Çiçekdağı ilçesine bağlı Tırtıllar köyünde doğdu. 7 kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin ikinci çocuğudur.

5-6 yaşlarında bağlama ve keman çalmaya bağladı. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte gittikleri düğünlerde babasına kemanla eşlik etti.

Geçimlerini bu şekilde kazandılar.8 yıl Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kırıkkale, Keskin, Yerköy, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezdiler.

Bu yüzden okula gidemedi. 14 yaşında çalışmak için İstanbul'a geldi. Şençalar Plak adlı bir müzik şirkete gitti.

Şirketin sahibi olan Kadri Şençalar Neşet Ertaş'ı dinledi ve çok beğendi.

'Neden Garip Garip Ötersin Bülbül' adlı ilk plağı, 1957 yılında Şençalar Plak tarafından piyasaya çıkarıldı.

Bu arada Beyoğlu'nda bir gazinoda sahneye çıktı. 2 yıl İstanbul'da çalıştı. Sonra Ankara'ya geldi ve sahne hayatına burada devam etti.

Ankara'da çalıştığı gazinoda Leyla isminde bir kızla tanıştı ve hemen evlendi. İki kız bir erkek çocukları oldu.

Neşet Ertaş bu arada askere gitti. 1962'de İzmir Narlıdere'de askerliğini yaptı.

Plak üzerine plak yapan Neşet Ertaş konserleriyle de bir çok şehri 6-7 defa gezdi. Beste ve plaklarıyla çok meşhur oldu.

1978 yılında parmakları felç oldu. Müzisyenlikten başka mesleğide olmadığı için işsiz kaldı. Tedavi olacak parayı bulamadı.

Çareyi 1979'da Almanya'da bulunan kardeşinin yanına gitmekte buldu.Tedavisini orada yaptırdı. 3 çocuğunu da yanına aldırdı.

Mesleğine Almanya'da tekrar başladı. Türklerin bulunduğu yerlerde gazino ve düğün salonlarında çalıp söylemeye başladı.

Sonraki yıllarda Türk Halk Müziği'nin yeniden keşfedilmesiyle Neşet Ertaş da öne çıktı.

25 Eylül 2012 tarihinde İzmir'de vefat etti.

ALBÜMLERİ:

1988 – Gönül Ne Gezersin Seyran Yerinde

1988 – Kendim Ettim Kendim Buldum

1988 – Kibar Kız

1989 – Hapishanelere Güneş Doğmuyor

1989 – Sazlı Sözlü Oyun Havaları

1990 – Gel Gayri Gel

1992 – Türküler Yolcu

1992 – Gitme Leylam

1993 – Kova Kova İndirdiler Yazıya

1995 – Seçmeler 2

1995 – Seçmeler 3

1995 – Seher Vakti

1995 – Altın Ezgiler 3

1996 - Polis Lojmanları

1997 – Benim Yurdum

1998 – Gönül Yarası

1999 – Zülüf Dökülmüş Yüze

1999 – Gönül Dağı

1999 – Muhur Gözlüm

1999 – Zahidem

1999 - Neredesin Sen

1999 - Gönül Dağı

Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur. Çünkü, kötü insanların türküleri yoktur.

TC Türkü Bey ‏@TC_Turku_Bey 

#NeşetErtaş


"Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur.


Çünkü, kötü insanların türküleri yoktur."


#NeşetErtaş


24 Eylül 2016 Cumartesi

Atatürk Nutuk


TC Türkü Bey ‏@TC_Turku_Bey

NUTUK DersOlsun

Kendi hazırladığım 15 er dakikalık 33.bölüm halinde

"Atatürk Nutuk"

sayfamızdan izleyebilirsiniz

22 Eylül 2016 Perşembe

Mevlana'dan Yedi Öğüt



Mevlana'dan Yedi Öğüt

  • Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
  • Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
  • Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
  • Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
  • Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
  • Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
  • Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

#22EylülDünyaAdamlarGünü


TC Türkü Bey @TC_Turku_Bey  
#22EylülDünyaAdamlarGünü 
Dünya'da"Adam gibi Adam" denildiğinde akıllara gelen ilk isim:
Kayıtsız şartsız Mustafa Kemal ATATÜRK
BİZİM ATAMIZ

21 Eylül 2016 Çarşamba

Umudun Zeybeği Türkü Sözü ve Videosu



Umudun Zeybeği Türkü Sözleri

Denizden bir damla koptu...
Billur mavi bir damla. Karaburun'a düşer düşmez açıldı.
Doğruldu damladan Müjdat...
Ak libaslı Bedrettin yiğitleri, verdiler Müjdat'ın avucuna ateşlerini...
Gördüler kakülleri kıvır kıvır, kehribar, mercan boncuklu, beş dal örüklü Aydın Yörükler'i...
Gördüler kardan kalkamayan keklikler...
Gördüler Ege Dağları'nın yanan ateşini

Dağlara yaslanır şimdi bizim efeler
Avuçları kor alev gözleri kara mavzer
Kırlarda şimdi umudun yeli eser
Efem Ege'ye benzer
Kolkola girince biz meyveye döner filiz
Yayılır koyaklardan düze iner sesimiz

Haydi Efeler...
De yürüyün Efelerim yeni doğan gün aşkına hey
De yürüyün Efelerim geldiğimiz dün aşkına hey
De yürüyün özgürlüğe verdiğimiz can aşkına hey

Büyüyor sevdamız yediveren gül gibi
Söylüyor Efeler umudun zeybeğini

Söz: Savaş Ezgi-İbrahim Karaca
Müzik: Grup Yorum


Video'nun Linki:
Grup Yorum : Umudun Zeybeği

Hayat; Söylesene Bana...



Hayat;
Söylesene Bana,
Nasıl yaşayayım seni?
Ya anlat bana kendini,
Ya da her defasında takma çelmeni.
Hatta gel vazgeç bu oyundan.
Yorgunum bir de sen yorma beni...

Dağlara Küstüm Ali Türküsü Video ve Türkü Sözü


Dağlara Küstüm Ali Türküsü'nün Sözleri     

Tozlu Yollarına Düştüm De Geldim
Haramiler Kesmiş Suyun Başını
Yolların Bacını Verdim De Geldim
Bilmem Kim Silecek Gözüm Yaşını

 Kendime Kastım Ali Dağlara Küstüm Ali
 Dar Günde Dostum Ali
 Kınama Hallerimi Bağlama Dillerimi
 Açık Et Yollarım

Zalimin Elinden Kapına Geldim
Kan Gölü İçinde Bunaldım Kaldım
Yetiş Ya Erenler Canımdan Oldum
Bilmem Kim Saracak Yaralarımı

 Kendime Kastım Ali Dağlara Küstüm Ali
 Dar Günde Dostum Ali
 Kınama Hallerimi Bağlama Dillerimi
 Açık Et Yollarım 


Video'nun Linki:
Dostlar Muhabbeti : Dağlara Küstüm Ali

Mustafa Kemal Atatürk Biyografi



Mustafa Kemal Atatürk'ün Biyografisi

Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır.

1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi.1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip,

İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu.

Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı.

Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı.

Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı.

Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi.

Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı.

Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda,

Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti.

18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler.

25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu.

Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti.

Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı.

Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti.

Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir.

Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.

Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi.

Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü.

Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı.

Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi.

Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı.

22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip

Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı.23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum,

4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı.

23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu.

Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi,

Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.

Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi.

Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. 13 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi,

Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu.

Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.

Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi.Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi.

29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi.Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi.

1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.

15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.

10 Kasım 1938 saat 9.05'te yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayarak İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini yumdu.

ATATÜRK FİKİRDİR


ATATÜRK FİKİRDİR 
Fikirler ölmez...
Ne Mutlu Türk'üm,iİliklerime kadar Atatürküm.

http://www.yildirimalkan.xyz/ataturk.html

TecavüzcüENSAR Demeyin

TecavüzcüENSAR Demeyin 
Çünkü,gerçeği söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar Tayyipistan'da
TecavüzcüENSAR Demeyin 
Sahiden Sapık Tecavüzcü ENSAR

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/532010/Her_yanindan_rezalet_akiyor__Ensar_Vakfi_nda_9_kadina_santajla_tecavuz_iddiasi.html

Kırmızı Gül Demet Demet

Kırmızı Gül Demet Demet Türküsü'nün Hikayesi


Kırmızı gül demet demet,

Sevda değil bir alamet,


Balam nenni, yavrum nenni


Gitti gelmez ol muhannet


Şol revanda balam kaldı,


Yavrum kaldı, balam nenni...


Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kırmızı gülle gelen nenni!. Nasıl oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek...


Varıp sormak gerek türküye : ''Ey türkü nedir bu demet demet kırmızı gül ve de nenni!. Yavrum nenni... Balam, nenni''.


Bu demet demet gül hem de kırmızısından, sevgiliye duygu mu taşıyor? Neden kırmızı gül de kır papatyaları değil?


Şöyle sarılı beyazlı, düz sarılı, öküz gözü gibi, kırdan toplanmış papatyalar değil de, demet demet kırmızı gül?


Onların sevgi dili yok mu?. Onlar duygu simgesi gül kat... Ama bir tek!.


Benim tek gülümsün, gönlümdeki yerin kır çiçekleri kadar engin, kır çiçekleri kadar zengin ve doğal, demiş olmazmısın?


Ama senden iyisini bilecek değiliz ya!. Kırmızı gülü seçmişsin sen. Hem de demet demet...


Ha bir de 'balam' meselesi var! Yavrum diyorsun... 'Nenni' diyorsun 'Gitti gelmez' diyorsun.


Yoksa bir ananın balasına, yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan'da kalan balası üstüne mi söylenmiş?.


REVAN, bugünkü adıyla ERİVAN, yani günümüzde Ermenistan'ın başkenti...


Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17. yüzyıl sonrası...


Neden derseniz, REVAN Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş. Yıl 1635.


Dördüncü Murat ikiyüzellibin kişilik bir orduyla REVAN seferini düzenlemiş.


Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, REVAN yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş.


Mal götürüp, mal getirmişler... Memet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek 'balası'... Tek oğlu!.


Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, REVAN'da satıyor Memet... Memet de Memet hani...


Karayağız bir delikanlı... Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Memet'in.


Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına.. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti...


Sevgi saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Memet kervandaysa.


Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Memet üstüne... REVAN yollarını düşlüyor hep.


Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kanter içinde uyanıyor. hayra yormaya çalışıyor.


Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı.


Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor. Memet'i arıyor gözleri.


Kara yağız, kaytan bıyık Memet, ellerini uzatıyor anasına. 'Tut ellerimi' diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor.


Sözün kısası günü gelip de kervan REVAN'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor.


Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor .Bazen de tersi oluyor . Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor.


Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama; hastalığı sağlığı var...


Karı var, ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi.


Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı.


En erken üç gün. En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama... Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Sevgiliye özlem, alınan armağanlar.


Söylenecek güzel sözler. ''Sensiz olamam. Sen benim her şeyimsin. Güne seninle başlıyorum. Seninle bitiyor gecem. Zaman yitirmemek gerek demiştin.


Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses; ne bir nefes. Düşlerdeki yerin hariç. Oysa seninle her şeye yeniden başlayacaktık. Öyle demiştik.


''Yaşam o kadar kısa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için''. Bunları sen söylemiştin. Sıcaklığın avuçlarımdaydı.


Kuytu bir sokak arası mıydı?. Yoksa aşıklar yoluna girişte miydi? Bir tek gözlerin kalmış belleğimde. Bir de kuşların bitmeyen şakımaları.


Ne de güzel batmıştı güneş. Alaca ışığın, alaca karanlığa dönüştüğü an. Akşam güneşinin, yavaş yavaş yok oluşu muydu güzel olan?.


Yoksa alaca ışığın, alaca mutluluğa dönüştüğü an mıydı en güzeli. Bahar mı kokuyordu saçların. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi?


İşte böyle sevgili. Ben şimdi senden uzak. Seni sayıklıyorum. Ellerini tutabilsem yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!.


Kuytulardan kaybolmayı severim demiştin. Aniden yok oluyorsun düşlerimden. Ellerim boşta kalıyor. Hem anamın hıçkırığı niye. Uzattığım ellerimi tutsa ya!


Ateşler içindeyim. Bildiğim türküleri mırıldanıyorum; yokluğunuzda.




Gurbet elde baş yastığa gelende,


Gayet yaman olur işi garibin,


Gelen olmaz giden olmaz yanına,


Bir çalıdır mezar taşı garibin.



Bir çalının dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak alıyor bağrına.


Gençmiş... Sevenleri varmış... Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakalıyor.


Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Memet'in!.


Bir tek Memet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan ' da. Kalanlar perişan. Utangaç.


Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi... Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan.


Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler... Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor.


Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. ''Oğlum Memet'im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı''.


Sen sen ol da gel yanıtla. "İlkin kusma başladı. Sonra da bir ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı.


Yedi gün dayandı Memet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu''. Gel de söyle bunu. Söyleyebil!. Hem de anasına...


O ana deli olup dağlara düşmez mi?. Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi?. Kırmızı gülden merhemlik istemez mi?.


Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi? Ölümün hepsi kötü. Ana, baba, anneanne, dede. Hepsi kötü. Dün var olan...


Soluyan, nefes alan; nefes veren. Bir anda yok artık. Yerinde yeller esiyor. Şekli şemali, son sözleri, yavaş yavaş yok oluyor. Belleklerden siliniyor.


Yaşlı ölümü neyse ne! ''Öldü de kurtuldu" diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradı gözünde gidenler. Anadır, alıyor veriyor. veriyor alıyor. Oluru yok.


Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali.


Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde


''Kırmızı gül demet demet.


Sevda değil bir alamet


Şol Revan'da balam kaldı.


Yavrum kaldı''...


diye diye haykırdığını söylediler.


Kırmızı Gül Türküsü'nün Sözleri



Kırmızı gül demet demet


Sevda değil, bir alamet


Balam nenni, yavrum nenni,


Gitti gelmez ol muhannet,


Şol Revan'da balam kaldı,

   
Yavrum kaldı,

   
Balam nenni,



Kırmızı gül her dem olmaz,


Yaralara merhem olmaz

   
Balam nenni,

   
Yavrum nenni,



Ol tabipten derman gelmez


Şol Revan ' da balam kaldı,

   
Yavrum kaldı,

   
Balam nenni.



Kırmızı gülün hazanı,


Ağaçlar döker gazalı,


Karayağızın güzeli

   
Şol Revan ' da balam kaldı,

   
Yavrum kaldı,



Ana Sayfa